[Röportaj]


“Doktorluk nasıl bitmeyecek bir meslek ise, halk oyunları da aynı şekilde..” 

     
      Lüleburgaz’da bulunan Yeni Nesil Sanat Merkezi’nin kurucusu, konservatuar mezunu Eren Tolga ŞIRA ile dans hakkında konuştuk. Sizler için yaptığımız bu söyleşide ailelerin tutumundan, ülke geneli dans hakkında ne düşünüyor ve nasıl buralara geldiğinden bahsettik...


  -Sizi tanımak istiyoruz bize kendinizden biraz bahsedermisiniz?
Merhaba, 1990 Kırklareli, Pınarhisar’da doğdum. İlk ve orta Öğretimimi Pınarhisar’da tamamladım. Üniversiteyi ise Sakarya Üniversitesi Devlet Konservartuarı Türk Halk Oyunları bölümünü okudum. Pedagojik formasyonumu yine Sakarya Üniversitesi’nde aldım. 

-Dans (tutkun) etmeye ne zaman, nasıl başladınız? Nereden geliyor bu dans aşkı?
Şimdi şöyle benim babam ve amcam Levent Şıra ve Bülent Şıra Halk Oyunu eğitmenleri, ben babam sayesinde 6 yaşındayken başladım. Eskiler derdi; çocuğun eline ne verirsen büyüyünce de o olur diye. Benim elime davul verdiler. Babamların peşinden bana verdikleri davulu çalarak peşlerinde dolaşıyordum. Bu macera da böyle başlamış oldu.

-Ailenin tepkisi ne oldu?
Ailem kesinlikle bu bölümü okumamı istemedi. Babam beden eğitimi öğretmenliği okumamı istiyordu, annem tarih okumamı istiyordu.

-Dans ruhu aileden gelip, ailenin buna karşı gelmesi şaşırtıcı. Peki nasıl ikna ettin aileni?
İkna etmedim, kendimi inandığım bu yolda ispat ettim. Kazanamayacağımı düşünüyorlardı. Kazandım. Bu yüzden pekte itiraz etmediler.

-Sanat eğitimine ne zaman ve nasıl başladınız?
Konservatuara girdiğimde başladı daha öncesinde böyle bir eğitimim yoktu.

-Dans için illaki yetenek gerekiyor mu?
Ben inanılmaz yetenek gerektiğini düşünmüyorum. Çünkü kendimi de çok yetenekli görmüyorum. Ama çok çalışkan biriyim. Bizim öğretmenimizin bir lafı vardı; “ Yürüyebilen ve uzuvları olan herkes dans edebilir. Ettiremiyorsanız bu sizin kendi probleminiz.” derdi. Çok şanslıyım ki, çok iyi öğretmenlerle çalıştığım için kendimi bu alanda iyi geliştirebildim.

-Kurucusu olduğunuz Yeni Nesil Sanat Merkezi ne zaman kuruldu?
Burası daha önce dernek olarak açılmayı denendi fakat bu son çıkan kanun hükmündeki kararnameler sonucunda bu gibi derneklerin faaliyetleri yapması yasaklandı. Denetlenme açısından o yüzden Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayı ile açılması gerektiği söylendi. Kolay olmadı, BİMER üzerinden 3 defa şikayet edenler oldu. Buranın açılmasına engel olanlar oldu. Kim bilmiyoruz, biliyoruz ama bilmiyoruz :) Temmuz- Ağustos gibi niyahetinde açtık. 5 ay gibi bir sürede iyi bir yol katettik.

-Daha çok kadınlar mı yoksa erkekler mi dans eğitimi almaya geliyorlar?
Alana ve bölgeye göre değişiyor. Lüleburgaz için konuşursak, yarı yarıya bir durum söz konusu değil. Kadınlar daha fazla tercih ediyor. Bu alanda kadınlarımız kendilerini daha rahat daha iyi ifade edebiliyorlar..




-Türkiye’de dansa olan istek ve ilgi durumu nedir?
Doğru ellerde başlayamayan bir % 70 ‘lik gibi bir kesim var çocularda. Doğru yerlerde başlayamadıkları için yanlış yönelip ilginin de kaybolmasına neden oluyor. İyi ellerde yetişen %30’nda  olduğunu söyleyebilirim.

 -Daha önce ses getiren bir proje içerisinde yer aldınız mı?
Bu anlamdaki ilk işim Yedirenk Halk Oyunları Gençlik ve Spor Kulübünde oldu. VakSa Türkiye’nin en prestijli halk oyunları yarışmasıydı. Her derneğin giremediği en iyilerin katılabildiği bir yarışmaydı. Ben her zaman söylerim okul bana çok şey kattı ama ben burada söylemeden geçemeyeceğim Tuncay Okyar isminde bir hocam var, o telefon etti. “Evlat böyle böyle bir yarışma var gelir misin?” dedi. 19 yaşında, Tuncay Okyar gibi bir hocanın arayıp bir organizayona bile “gelir misin?” demesine bile gerek yok “gel” diyip telefonu kapatsa koşarsın :) Hocam bana oradan bir şans kapısı açtı ve İstanbul’da dans ettiğim için benim okulum 2 sene uzadı ama yarın böyle bir teklif gelse yarın yine uzatırdım. Çünkü kaybettiğim yani insanların benim kaybettiğimi düşündüğü 2 sene bana hala ekmek kazandırıyor. Ondan sonra konservatuarda okurken ki hala devam ediyor "bu topraklar için” isimli bir proje oldu. Kerem Cenk Yılmaz ile Umut Erdoğan’ın yönettiği çok büyük bir işti güzel bir işti o da. Hayatımdaki ilk  defa bir projenin içinde ki solist rolümü aldım. Çok kapsamlı bir işin solistiydim bu beni çok mutlu etmişti ve 3 sene falan sürdü. Sahnede olmayı sevdiğin zaman ışıklarda sendeyse senden daha mutlusu olmuyor. Ondan sonra Cumhurbaşkanlığı Himayesinde Zümrüd-ü Anka Müzikali başladı. Orada da çok sevdiğim bir hocam  Dinçkal Tunca var.İyi ki de var :) belki de benim normal şartlar altında izlemeye bile gidemeyeceğim bir gösteride bana şans verdi. Bende bu şansı kötü kullanmadım ki 2 sene oldu orasıylada beraberiz. baya turne yaptık. Haliç Kongre Merkezi’nde 6 mayıs 2016 da bu projenin Basına ve camiaya tanıtımı oldu. Ondan sonra Avrupa Turnemiz oldu. Sayamadım ama 20 ülkeye turne yapılmıştır diye düşünüyorum :) Heryerde çok güzel ağırlandık. Ekipteki hemen hemen belki de üçüncü yaş olarak en küçük insan benimdir. Projedeki ablalarım abilerim de çok yol gösteriyorlar bana. Çünkü şöyle bir şey var  bu proje içinde yer aldığım sürece benim ikinci okulum Zümrüd-ü Anka’dır. Sayelerinde başka pencerelerden de bakma fırsatını yakaladım.

-Dans eğitimi almak isteyen ya da bu alanda profesyonel olmak isteyenlerin ailelerine ne tür önerilerde bulunmak istersiniz?
Benim ailemin yaptığı gibi yapmasınlar, karşı çıkmasınlar. Mesela baba mesleği kasap olan bir çocuk, babasından gördüğü ve yetiştiği için kasap işini ileride yapmak istemesi kötü bir şey değildir. Çünkü gördüğü rol model babası. Benimde rol modelim hep babamdı. Ailem bana destek oldu ama ilk aşama çok daha önemlidir. 
Bir de ailelerin bu mesleği boş bir meslek olarak görüyor. Hobi olarak yapılabilir bir iş, 2 ya da 4 yıllık üniversite okuyup dışarıdan sonradan öğrenilip yapılabilir bir iş gibi görüyor. Burada ailelerin atladığı bir şey var onların çocukları 4 senelik mühendislik bitirip 3 senede iş ararken ki bu 7 seneye tekabül ediyor. Ben okulda okuduğum 4 senenin 2. Sınıfında çalışmaya başladım.. Hiç abartmayacağım, mütevazi de olmayacağım bu konuyla alakalı; Doktorluk nasıl bitmeyecek bir meslek ise, herkesin ihtiyacı varsa halk oyunları da aynı şekilde.. 






[Kitap Tanıtımı]

“ArtıkAranmayanlar Gezegeni” Sevinç Erbulak


    Sevilen Tiyatro Oyuncusu Sevinç Erbulak’ın ikinci kitabıdır. Kitap Sahte Anı Sendromu içerse de günümüzden bir çok yaşanmış talihsiz olayların geçtiği, kendi hayal dünyasından görüp anlattığı masalsı hikayeler yer alıyor. Biraz kendi hayatından biraz bizden bahsediyor.

   Kitabın ilk başında bizi iki karakter karşılıyor. Yeşil bir Palyaço şeklindeki bir kolyenin sağ kolu ile gözden düşen mavi bir gözbebeği. ArtıkAranmayalar Gezegeni’nin meydanına gidiyorlar. Meydanda kimler mi var? Kolyelerden, oyuncaklardan, taşlardan, camlardan bir zamanlar bütün olan her türlü mahlukattan kopan ve unutulan herşeyin olduğu yer. Aslında biraz bizi, yani insanlığımızdan; Kaybedilen ve peşlerine düşülmeyen her şeyin bir araya geldiği bir dünyadan bahsediliyor. Bunu aslında gerçek hayatta olması gerekirken hayallerinin gözünden gerçekmiş gibi anlatıyor.

    Meydanı beğenmeyen sağ kol mavi gözü çekiştirip bir müzenin önüne getiriyor. Burası da ArtıkAranmayanlar Müzesi :) Buranın içinde ise binlerce yıllık günlüklerin saklandığı bir mabet diye geçiyor. Duvarlarda aşk mektupları, bir çocuğu ölene kadar sevmiş kızın yazdıkları, insanların dünyasında çıkan kavgalar ne ararsanız var. Hepsi gerçek hepsi yaşanmış hikayeler.

    Kitabın devamında bizi Kutya karakteri karşılıyor. A bu arada Kadir Hocamızın derste bahsettiği ilk önce adını yine uydurma isim taktığını sanıp güldüğümüz biz güldüğümüz için böyle bir adam var açın bakın diyip gerçekten öyle bir ismin olduğunu öğrenip şok olduğumuz yani “Haruki Murakami” adlı yazardan da her bölüme başlamadan onun harika sözlerine de yer vermiş.

    Bir de kitabın en sevdiğim kısmı ise her bölüme muhteşem klasik müzik ve enstrümantal müzikler yerleştirilmiş olması. Okurken o müzik eşlik etsin diye. Her bölümde yazan müziği açtım ve kitabı öyle okudum. İnanılmaz motive ediyor ve okumaya da teşvik ediyor. Kitap okurken uyuyanlar için güzel bir çözüm.

    Okuru fantastik bir gezegende olduğu kadar bizim acımasız dünyamızda da bir gezintiye çıkarıyor. Hem bir roman hem de birbirinden bağımsız öyküler olarak okunabilecek bir kitap..





[Sinema Eleştirisi]


Green Book: Yeşil Rehber- Gerçek bir dostluk hikayesi 



    Orijinal İsmi
 30 Kasım’da vizyona giren Peter Farrelly’in yönettiği Green Book, ırkçılık içeren dram ve komedi filmidir. 1960’lı yıllarda ABD’de yaşayan siyahi, ünlü piyanist Dr. Don Shirley ile İtalyan kökenli Tony Vallelonga’nın arasında geçen gerçek yaşanmış bir dostluk hikayesini anlatıyor.

      Film 60’lı yılların başında ABD’de geçiyor. New York gece kulübünde Copacabana’da garson görünümünde para karşılığında yüksek tanınmış kişileri koruyan kişi olarak çalışan İtalyan kökenli Tony “Lip” Vallelonga, üçkağıtçılıkla bir şeyler kazanıp ailesini geçindirmeye uğraşan bir adamdır: kaba-saba, ama iyi yürekli ve kendine göre dürüst.

      Dr.Shirley sıradan bir zenci değildir. Üniversite mezunu, çok iyi bir piyanist, klasik müzik eğitimi de var fakat cazı tercih etmiştir. Karakter özellikleri: Otoriter, bilgili, kendi doğruları olan bir tip.

  Dr.Don Shirley, bir konser turnesine çıkmayı planlıyor ve yanına hem yardımcısı hemde onu
koruyacak olan biri için şoförlük pozisyonunda bir kadro açıyor. Tony Lip’in de çalıştığı gece kulübü, tadilat dolayısıyla kısa bir ara vermek zorunda kalıyor. Tony bu süreçte işsiz kalıyor. İşsiz kaldığı sürede bir doktorun işçi aradığını duyarak başvuruyor. Ama karşısında bir doktor değil; bu ona verilmiş bir lakap, siyahi bir müzisyen bulur: Dr.Don Shirley. Bir telefonla, şoförlük için doktorun ofisine mülakata çağrılıyor. Görüşme esnasında Tony, hayal kırıklıklarına uğruyor: Dr.Shirley’in bir tıp doktoru olmadığını, müzik ve psikoloji alanında ihtisas yaptığı için bu unvana sahip olduğunu anlıyor ve siyahi insanları sevmediği için bir onunla birlikte çalışmasının zor olacağını hatta rotanın da daha güneyde olmasından dolayı çıkacak sıkıntıları düşünüp, orada reddediyor ve vereceği ücretin iki mislini ister ki onu işe almasın diye. Dr.Shirley ise Tony’deki samimiyeti, dürüstlüğü, cesareti görür ve bu işin ona uygun olduğunu düşünerek ısrar eder teklif ettiği ücreti kabul ediyor. İşin güzel yanı ise, Shirley, gecenin bir yarısı Tony’nin evini telefon ile arıyor. Telefonu Tony açıyor. Telefonun ucundaki Shirley’dir. Telefonu karısına vermesini istiyor. Karısından bu iş için izin istiyor ve karısıda şaşkınlık içerisinde kabul ediyor. Karısının bu seyahate gitmesine izin vermesinin tek bir şartı vardır; ona hergün mektup yazmak. Tony mektup yazmayı bırakın, iki cümleyi bile doğru düzgün kuramaz. Burada devreye yine Shirley giriyor ve gerçek dostluğun temelini böylece atıyorlar.

    Tony, evine gelen siyahi ustaların kullandıkları bardakları parmaklarının ucuyla tutup çöpe atacak kadar nefret ediyor zencilerden, siyahi bir patronun emri altında nasıl çalışacağını düşünür ama buna zorunludur çünkü bakmakla yükümlü olduğu ailesi vardır. Tony’nin kaba davranışlarına karşılık, Dr.Shirley’in beyefendi ve kibar tavırlarından ödün vermiyor ve Shirley, Tony’nin inanılmaz kabalığını törpülemeye çalışıyor. Tüm seyahat boyunca karısına hergün mektup gönderme şartıyla karısına yazdığı mektupları zarif birer aşk mektubuna döndürebilecek kadar… Filmin akışını sürükleyen bir kısmı da burası. Çok eğlenmiştim.

    Bir insanı tanımanın en iyi şekli onunla yolculuk yapmaktır derler. Her ikisi de önce yola çıkıp, sonra birbirlerine yoldaş oluyor. Filmin afişinde kullanılan turkuaz renginin de bir anlamı varmış; turkuaz açık sözlü, gururlu, yardımsever kişilerin rengi olup değişimi ve dönüşümü temsil edermiş. Yine bu renk, geçmişteki yaşantılardan ders çıkaran, geleceğini o yönde şekillendiren, esnek bir bakış açısına sahip olan kişiler tarafından benimsenirmiş. Bu da küçük bir bilgi olarak dursun.

    Yol boyunca onlara eşlik eden bir de kılavuz var, filminde isminden geldiği “green book” yani yeşil rehberde Afro-Amerikalılar için güvenli olan güzergâhları kullanabilmek için “The Green Book” isimli kılavuzdan yardım alırlar. Şoför Tony, güvenli bir yolculuk yapmak adına siyahiler için çizilmiş bu rehberdeki rotaya başvurur. Bu rehberin içinde sadece siyahilerin konaklayabileceği ve yemek yiyebileceği yerler yer alır. Bir otelin hamamında beyaz bir gençle basılıp dayak yerken, yine Tony tarafından kurtarılıyor ve böylelikle Dr.Shirley’in eşcinsel olduğunu öğreniyor.. Filmde dikkat çeken mevzulardan biri de Tony gibi düzensiz yaşayan bir insanın eşine ve çocuklarına sadık olup düzenli bir yuvasının olması imrenilecek bir durumdur.

    Dr.Don Shirley ile çalışmak da herkesin harcı değildir aslında. Oldukça zor adamdır. Sahneye sadece en iyi ve en dayanıklı piyano olan Steinway ile çıkar, her işi planlı, programlıdır. Hatta filmin bir sahnesinde güney ülkelerin birinde piyanonun markası değişik ve içi çöp doludur. Tony bu durumu görüyor ve hemen müdahale ediyor. Sahnenin temizliğinden sorumlu birini çağırıyor ve değiştirmelerini söylüyor. Temizlik görevlisi pek aldırış etmiyor, bunun üzerine Tony adamı tartaklıyor ve hemen istenilen piyano sahnede yerini aldırıyor. Belli bir düzeni vardır ve onu bozamaz. Duyguların ikinci planda olduğu mantık odaklı yaşar. “Daha” onlar için kilit bir kelimedir. Filmde de Tony’nin “beni neden sıkıştırıyorsun?” sorusuna karşılık Dr.Shirley’in “çünkü daha iyisini yapabilirsin” diye karşılık vermesi de buna basit bir örnektir. Dr.Shirley’de kendini sanata ve müziğe adamış, siyahi kimliğinden ötürü oluşan geçmişteki önyargıyı unutturmaya çalışarak, sadece insan olarak değer görmek istemiş kendini ispat etmeye çalışmıştır.

    Dr.Don Shirley, en lüks mekanlarda verdiği konserlerde tüm yeteneğini kusursuzca sergiler. Dr. Shirley’i sürekli hor gören, onları dışlayan ABD’nin güney kesimlerinden oluşan dinleyici kitlesi, sadece sanat için kısa bir süreliğine dahi olsa siyahi bir sanatçıya katlanabilmektedirler. Ama her şey sahnede kalır; dışlanma dışarıda yine devam eder.

    Filmin sonunda turnenin son ayağı olan Alabama’da Dr. Shirley beyaz insanlarla aynı yerde yemek yemeği istiyor, restaurant tarafından reddediliyor. Tony, olaya el atıyor fakat restaurant tolerans göstermiyor. Dr.Shirley ile bir konuşma yaptıktan sonra son konserini vereceği restaurantı konserini iptal ederek terk ediyor ve en son kendine varmak için giden yolda, rotayı yeniden oluşturmayı başarıyor. Kendi halkından oluşan bir toplulukla hem yemek yiyor hem onlarla eğleniyor hem de onlara ücretsiz bir resital sunuyor; nihayetinde kendisini buluyor.

    Filmin son sahnesiyle hem Dr.Shirley’in hem de Tony’in farkında olmadan birbirlerini nasıl etkilediğini ve özlerine döndüğünü görmüş olduk. İkisi de birbirinde anlam bulmuş oldu.

    Film ayrıca Toronto film festivalinde ödül almış. Oscar’a aday olma yolunda.. Filmin Oyuncuları da bilindik isimlerden Oscar adayı Yüzüklerin Efendisi film serisinden Yüzük Kardeşliği, İki Kule ve Kralın Dönüşü filmlerindeki Arathorn'un oğlu Aragorn karakterini canlandıran Viggo Mortensen(Tony) diğer başrol oyuncusu ise daha öncede izlediğim Oscar ödüllü Ay Işığı (Moonlight) filmindeki uyuşturucu satıcısı Juan rolündeki Mahershala Ali(Dr.Shirley)dir.

    Çok uzun ve filmin içinden spoiler vererek anlattım ama bunları anlatmasam filminde bir anlamı kalmayacaktı. İzlediğim ödüllü filmlerin arasında uzun zamandır aslında dram içeren bir o kadar da güldürüp keyif veren bir film daha izlememiştim. Çok keyifliydi. İzlenmesi gereken film listesinin içerisinde yer almalı.



[Haber]




PINARHİSAR ALTIN DEĞERLER SERGİSİ’Nİ ZİYARET ETTİK

           Kırklareli Üniversitesi Pınarhisar Meslek Yüksek Okulu Halkla İlişkiler Bölümü öğrencilerinin düzenlediği “Pınarhisar Altın Değerler Sergisi” Pınarhisar Kültür Merkezinde sergilendi.


           06-07 Aralık tarihleri arasında Pınarhisar Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe duyan akın etti. Üniversite öğrencilerinin yanısıra ilkokul, ortaokul, lise öğrencilerinin, yerel ve civar köy halkının da ziyaret ettiği sergiye ilgi yoğundu. Etkinliği düzenleyen Halkla İlişkiler bölümü ikinci sınıf öğrencilerinden Burak İlker bize şunları aktardı:      “ Buraya gelenlerin arasında Pınarhisar Anadolu Lisesi’nde görev yapan Tarih Öğretmeni Ayla Tatar ile söyleşimiz oldu. Kendisi öğrencilerine Pınarhisar’ın tarihini öğrencilerine tarih dersi sırasında sık sık bahsettiğini bu yüzden bu serginin bu derslerin üzerine denk geldiğini bu durumdan memnun kaldığını söyledi bizleri sevindirdi.” ifadelerinde bulundu.



                   

İlker, Ayla Tatar’ın aktardığı sözleri şöyle devam etti: “ Buradaki halkın ya da öğrencilerin tarihe karşı tutumuna baktığımızda, öğrenciler açısından söyleyebileceğim yerel tarihe çok hakim olmadıklarıdır. Yerel tarih çalışmasına yer vermeye çalışıyoruz. Burada fazla bir kalıntı yok. Pınarhisar kaleleri mevcut, en yakın Lüleburgaz’daki Sokulu Mehmet Paşa medresesine gidip araştırma yapabiliyorlar ya da Tekkeköy’de bulunan kalıntılardan yararlanabiliyorlar. Bunun dışında genel tarihe bakış açıları Osmanlı Tarihine merakları olduğunu görüyorum. Kurtuluş savaşı yıllarında temelleri olduğu için 8. Sınıftan bölgenin tarihi ile ilgili mevcut bilgiye sahipler. Onun dışında 12. Sınıflara baktığımızda Çağdaş Türk ve Dünya tarihine yakın bir dersimiz de var ama birkaç yıldır liselerde ilgilerinin yoğun olduğunu görüyoruz.”






[Haber]


BERCADİA AVM’ DE YANGIN PANİĞİ!

    Kırklareli Lüleburgaz ilçesinde bulunan Bercadia AVM'de yangın çıktı. İlk bilgilere göre içeride

mahsur kalan vatandaşlar kurtarıldı.


     Edinilen ilk bilgilere göre, İstanbul Caddesi'nde ki Bercadia Alışveriş Merkezi’nin zemin katında yangın çıktı. Çevredeki vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine itfaiye, polis ve sağlık ekibi sevk edildi. Alışveriş merkezinin üst katında bazı vatandaşlar mahsur kaldı. Bercadia Avm'nin zemin katında bulunan çarpışan arabaların elektrik direklerinden çıkan kıvılcımlardan kaynaklandığı söylenen yandın bir anda büyüdü. Avm'ye çıkan tüm sokaklar trafiğe kapatıldı. Bercadia Avm'nin bir süre hizmet veremeyeceği söyleniyor.

[Haber]


Hayvan hakkı savunucuları: Katliam yasa tasarısına hayır!


    Hayvanseverler, Hayvanları Koruma Kanunu ile ilgili yasa taslağını protesto etmek için 25 Kasım Pazar günü Kadıköy’de bir araya geldi. İskele Meydanı'ndaki protesto gösterisine Türkiye'nin çeşitli şehirlerinden gelen aralarında hayvan koruma derneklerinin de bulunduğu 350 Sivil Toplum Kuruluşu üyeleri  evcil hayvanlarıyla katıldı.



       Yasanın sokak hayvanlarını barınaklara sürgüne ve ölüme gönderecek 6. maddesinin hayvanlar lehine düzeltilmesini talep ettiklerini dile getirdiler. Sık sık "Yasama Dokunma, Hayvanlara Dokunma", "Canlara Uzanan Eller Kırılsın" sloganlarının atıldığı eylemde tasarı, ıslık ve düdüklerle protesto edildi.
   Hayvansever aktivist Ümran Yoran Hayvan hakları savunucusu ve aynı zamanda Tekirdağ Malkara’da “Umutlu Kuyruklar Bahçesi” adında hayvan rehabilite yerleri bulunuyor. Yoran sözlerini; “Kanunun çıkması dört gözle bekliyoruz. Bunun için ne gerekiyorsa zaten yapıyoruz bu işin peşindeyiz. Kendi himayemde olan yaklaşık 200 ile 300 can var. Türkiye’nin her yerinden hayvana tecavüz, cinayet, dövüştürme haberlerini alıyoruz. Haberlere çıkanlar yalnızca sizin görebildikleriniz, bilmediğimiz ve bize ihbarı gelen o kadar çok can var ki; biz de yetemiyoruz. Arkamızda devletin durması gerek. Bu yüzden bu yasa çıkana kadar bu işin takibini bırakmayacağız.”  ifade etti.










[Röportaj]

“D oktorluk nasıl bitmeyecek bir meslek ise, halk oyunları da aynı şekilde..”               Lüleburgaz’da bulunan Yeni Nesil Sana...